“Simyacı” romanını okuyanlar bilir.
Romanda şöyle bir anektoda yer verilir:
“Bütün yaşamı boyunca hayali para biriktirip Mekke’ye hacca gitmek olan bir dükkân sahibi vardı. Adam, artık gerekli parayı fazlasıyla biriktirdiği halde bir türlü gitmiyordu. Bu hayalin kendisini yaşama bağlayan çok önemli bir bağ olduğunu düşünüyor ve onun gerçekleşmesi durumunda bu önemli bağı yitireceğinden korkuyordu.”
Oysa hayallerimizden asla vazgeçmemeliyiz. Çünkü mutluluğumuz o hayallere bağlıdır. Hayallerimizi ertelediğimizde aslında yaşamı erteleriz.
Hayal ettiğimiz her şey gerçektir. Hayal gücüne sahip biri, asla çaresiz kalmaz.
Tabii ki hayal etmek insanı yaşama bağlar ve mutlu eder.
Bilimdeki her büyük ilerleyiş, hayal gücünün yeni bir atağından ileri gelir. En büyük işler, büyük hayal sahibi insanlarca başarılmıştır. Hayatta mutlu olmayanlar için en tatlı mutluluk hazinesi, hayal kurmaktır. Hiçbir şey insanın hayal gücü kadar özgür değildir.
Bu arada şu gerçeği de unutmamak gerekir. Hiçbir şey ele geçince, hayalde olduğu kadar güzel kalmaz. Zaten her hayalin gerçekleşmesi söz konusu değildir. Hayatta hep mutlu olursak, hayalini kuracak neyimiz kalır?
Belki de platonik aşklar bunun için ayrı güzeldir.
Ülker Köksal’ın “Uzaklar” isimli oyununu çok severim.
Bu oyunun baş rol oyuncularından birinin şu sözünü unutamam:
“Ben hep güzel kızların peşinde koşarım. Onlara âşık olurum. Aşkıma karşılık alırsam, gitti bizim aşk!”
Siz yine de hayallerinizin ve umudun peşinden koşmaktan vazgeçmeyin. Umut ekmezsek, yaşayamayız. Umudun, uyanık insanların rüyası olduğunu unutmayın ve Cicero’nun, “Bir yerde yaşam varsa, orada umut da vardır” ve Shakespeare’nin, “Önce hayaller ölür, sonra insanlar” sözlerini unutmayalım.