Avusturya’nın batısında Götzis kentindeyiz. 1991 yılında kızım ve eşimle orada yaşayan oğlumuzu ilk kez görmeye gittik. Türk yemekleri yapmak için aradığım ürünleri çarşıdaki marketlerde bulmak mümkün değildi!
Alışverişten eve dönerken, küçük bir dükkânın kapısında “Gümüşhane Market” yazısını, görmek beni heyecanlandırdı. Aradıklarımı bulabileceğimi düşünerek sevindim.
Dükkânın birkaç basamaklı merdiveninden inerek açık kapıdan içeriye girdik. Solda bir masa, üzerinde yazar kasa, çevresinde birkaç sandalye vardı. Sağda çeşitli yiyeceklerle dolu soğutma vitrini duruyordu.
Biz dükkâna girince masadaki esmer genç ayağa kalktı. Dükkân sahibini selamladıktan sonra domates salçası, beyaz peynir, bulgur, yufka istedik. Genç, istediklerimizi tartıp, paketlerken aramızda söyleşmeye başladık. Biz söyleşirken, göz ucuyla masanın yanındaki iki küçük oğlana bakıyordum. Önce, raftaki satılacak oyuncaklardan birini gizlice aldılar. Sonra, paylaşamadıkları için aralarında kavga çıktı. Ağlama sesleri yükseldi. Yan kapıdan, başında ince beyaz yazması pullu genç bir kadın içeriye girdi. Çocuklar, onu görünce koşup eteklerine tutundular ve mızıldanmaya devam ettiler.
Ben nerede çocuk görsem, ağlamalarına dayanamam! Dükkân sahibi genç adama sordum:
“Çocuklar sizin mi? Yaşları kaç bunların?”
Genç adam çocukların gürültüsünden rahatsız olduğumuzu sandı, utanarak cevap verdi:
“Ben çocukların amcasıyım! Küçük dört, büyük yedi yaşında. Yengem memleketten yeni geldi. Ağabeyim, biraz önce çarşıya alışverişe gitti.”
Genç kadın, bizi dikkatle dinledikten sonra kayınbiraderine bir şeyler sordu. Biz, onun ne sorduğunu anlayamadık ama kayınbiraderinin yüzü kızararak verdiği cevabı anladık:
“Görmüyor musun yenge, konuklarımız Türk? Konuştukları dil Türkçe!”
Biz, eşimle şaşırarak birbirimize baktık. Ben genç kadına döndüm:
“Biz Türk’üz! Türkiye’den yeni geldik. Bak, seninle ben, nasıl birbirimize benziyoruz. Saçımız, kaşımız, gözümüz siyah…”
Genç kadın bizi şaşırtmaya devam ediyor:
“Türk’e benziyorsunuz ama Türkçe konuşmuyorsunuz!”
Şimdi dilimizi savunma sırası bendeydi. Gurbet ellerde dilimizin Türkçe olmadığına karar veren pullu yazmalı, Gümüşhaneli gelin mi olacaktı? Ben, genç kadını meraktan kurtarmak için, biraz daha açıklama yaptım:
“Türkçe konuşuyoruz! Bizim dilimiz İstanbul Türkçesi, yani kitap dilidir. Biz öğretmeniz. Sen Gümüşhane taraflarında konuşulduğu gibi konuşuyorsun dilimizi!”
Sözümü bitirir bitirmez, genç kadın hızla yanıma geldi. Boynuma sarıldı. Beni öptü. Merakla sordu:
“Hoş geldiniz! Avusturya’da mı öğretmensiniz? Nerede oturuyorsunuz? Hangi okulda çalışıyorsunuz?”
Genç kadının yüzü aydınlandı. Hüzünlü bakışları yok oldu. Bakışları bizimle çocukları arasında gidip geliyordu. Sevinçliydi! Ben neler düşündüğünü hemen anladım. “Öğretmeniz” sözü onu sevindirmişti, sevinçli bir söz duymuş gibi oldu. Kendisine, memlekete giden uçak bileti verilse, bu kadar çok sevinmezmiş izlenimi verdi bana! Çocukları için kaygıları dağılmıştı! Dükkânın içi bir anda güneşle doldu! Hepsinin gözleri benimle eşimin üzerine çevrilmişti. Öyle candan bakıyorlardı ki içime dokundu. Umutlarını boşa çıkaracağımı bile bile şunları söyledim:
“Biz Avusturya’ya oğlumuzu görmeye geldik. Türkiye’de oturuyoruz. Yani dört hafta sonra memlekete döneceğiz…”DEVAMI YARINA…